Ben nadiren anda kalıyorum.
Söze doğrudan böyle girilmez ama öyle. Bunun için bile çalışmam gerekiyor. “Ne düşünüyorsun?” diyenlere verecek bir cevabım yok üstelik. Görmezden gelinen her şeyin benim derdim olduğunu, bunları somut şekilde anlatamayacağımı söylesem mesela?
“Pilleri çöpe attım, çok rahatsız edici. Bizde çöplerin hala ayrıştırılmaması ne ayıp” diyor.
“Hani soruyorsun ya napıyorsun diye, dünyayı düşünüyorum” diyorum. “Çöpün ayrıştırılmasına gelene kadar biz çöp olduk.”
Beyoğlu’nun eski zamanını bilen var mı? Ben babamla çöp atmaya diye çıkıp dönmezdim. Yürürdük saatlerce. Araç geçerdi mesela, ağaçlar vardı. Telefon kulübesi önünde kuyruk, simli yılbaşı kartları, Kazablanka Gazinosu, varilde trafik polisi… Kasımpaşa Stadı’nın biraz üstünde gazino, peşinden lunapark. Biraz ilerde okulum, görüş açısında evim.
Şimdi hiçbiri yerinde yok. Tarihi eser sayılan, tonla anımız olan Rum evi yıkılıp yerine şatafatlı, güvenlik görevlileri olan turist evi, okulum ise belediyeye kurban gitti en son. Mazhar Alanson’un şarkıyı neden yazdığına dair türlü versiyonlar anlattığı, ama bence “Hatıralarımın Üstüne Oteller Yapmışlar” gibi hikayeler yaşanıyor bu kısımda.
Ben hiçbir şeyi içselleştiremiyorum örneğin. Şu an en çok istediğim dilek yerine gelse, bir süre sonra başka bir yerde, başka şey ararım.
“Ne olmak istiyorum?” sorusuna verecek cevabı olanlara özeniyorum. Onlar hayatta her ne sebeple olursa olsun uyum sağlayabilenler. Hırs, olamamışlık, olmuş ve yakalamışlık… “Bu yolda her şey mübah”çılar. Onlar gibi olmanın neye benzediğini düşünüyorum.
Kimseyi, hiçbir şeyi düşünmüyorum. Geriye bizden bir şey kalacak mı, birileri bizi bir yerden okuyup bilecek mi, iklim neye benzeyecek gibi şeyler düşünüyorum.
“Nasılsın?” diyenlere “Duruyorum” diye cevap vermenin tuhaf bulunduğunu bildiğimden beri demiyorum. “İyiyim” diyorum. Herkesi, her şeyi mübah buluyorum. En kötü, en boktan davranışı sergileyenlere hiç kızmadım. Onu da normalleştiyorum. “Herkesin bambaşka derdi var hayatta ve hayatla” demek kolaylaştırıyor.
Ama sanki ikiyüzlülüğü doğduğumdan bu yana hücrelerime kazınmış bir reddediş gibi kabullenemiyorum. Ve yanında oturan yolcuyu, iş arkadaşını, komşuyu, taksiciyi seçemediğin gibi her yere sinmiş, kokuşmuş bu ikiyüzlü toplumu bir türlü içime sindiremiyorum.
Her yaşın, her dönemin bir hikayesi, özeti var; tam da kendimi uyum sağlayamadığım bir coğrafyada Kazancakis gibi hissediyorum;
“Hiçbir şey ummuyorum
Hiçbir şeyden korkmuyorum
Özgürüm”